m2

Biriyle göz göze gelmek, topluluk önünde konuşmak, dolmuşa binip şoföre seslenmek… Küçük gibi görünen bu anlar, bazıları için yoğun bir iletişim kaygısına dönüşebilir. Toplum içinde konuşma korkusu, sosyal kaygı bozukluğu ve özgüven eksikliği, kişinin kendini ifade etmesini zorlaştırabilir. El titrer, kalp hızlanır, boğaz düğümlenir. Sanki dünyanın gözü üzerimizdeymiş gibi.

Bu kaygının altında çoğu zaman görülme ve değerlendirilme korkusu yatar. Çocuklukta fazlasıyla eleştirilmek, küçümsenmek ya da tam tersi, sürekli mükemmel olmaya teşvik edilmek, kişinin kendini ifade etmesini zorlaştırabilir. Zihin, sürekli tetikte kalmayı öğrenir. İçimizde bir ses yankılanır: “Ya hata yaparsam? Ya saçma görünürsem? Yetersiz olduğum anlaşılırsa?”

Ama belki de mesele, başkalarının ne düşündüğünden çok, bizim kendimizi nasıl gördüğümüzdür. Aslında burada yalnızca iletişimle ilgili bir korku değil, daha derin bir çatışma vardır: kendini göstermek ile görünmez kalmak arasındaki gerilim. Bir yanımız “Beni duyun, beni görün” derken, diğer yanımız “Ama fark edilmek tehlikeli olabilir” diye fısıldar. İşte bu çelişki, bizi geri çeker, sesimizi kısar.

Oysa toplum içinde konuşma kaygısını yenmek, özgüven kazanmak ve iletişim becerilerini geliştirmek mümkündür. Konuşurken, hata yaparken, bazen sesimiz titreyerek… Çünkü iletişim yalnızca kelimelerden ibaret değildir; varlığımızın bir yansımasıdır. Kaygıyla savaşarak değil, ona alan açarak dönüşmek mümkündür.

Belki de asıl soru şudur: Gerçekten kimden çekiniyoruz? Bizi izleyenlerden mi, yoksa içimizdeki o acımasız bakıştan mı?

Uzman Klinik Psikolog Gizem Sıla Bayraktaroğlu

m1

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir